Arif Erdem Röportajı
Galatasaray’ dan sonra nerede oynayacağım?
"Hep beraber üçlü çekiyorsunuz ya... Biz ne kadar top oynasak da sizleri görüyorduk. Bağırışlarınız, çağırışlarınız, o an aşkla birbirinize sarılıp zıplamalarınız?.. "
Sözleriyle anlatıyor sarı kırmızı sevdanın dile gelişine olan özlemini, altın dönemin emekçilerinden Arif Erdem.
Çok sevincin, çok hüznün paylaşıldığı aynı çatı altında birlikte geçirilen 15 sene... Geçmişe dönüp bakıldığında en büyük sevinçlerin, eşsiz başarıların yaşandığı zamanların her evresinin mimarlarındandı hafızaların değişmez " Asist Kralı " Arif Erdem...
Geçmiş yılların ardından, yaşanan onca anıdan sonra akla geldiğinde buruk bir tebessüm beliriyor yüzlerde, çok ismin sebep olduğu gibi...
Gönüllerin istediği vedanın gerçekleşmediği yuvasında çizginin diğer tarafında, üstelik diğer kulübede bu sefer ’anılar sinemasına ’ girerken.
Galatasaray’ a yıllarca emek veren Arif Erdem ile futbolculuk hayatından sonraki yaşantısı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü’ ndeki günleri, gelecekle ile ilgili hedefleri ve Galatasaray Kulübü ile ilişkileri üzerine konuştuk.
Sorularımıza içtenlikle cevap veren Galatasaray' ımızın sembollerinden Arif Erdem’ e ultrAslan-UNI olarak çok teşekkür ediyoruz...
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü’ nde günleriniz nasıl geçiyor?
Hayatımız gayet iyi geçiyor. Son zamanlarda büyük başarılar elde ettiğimiz için idmanlara daha bir keyifli, daha huzurlu gelip gidiyoruz. Her şey güzel şu an burada.
Hayatınızdan memnun musunuz?
O kadar şaşalı günlerden ve o kadar büyük bir kulüpten sonra buraya gelip işe sıfırdan başlamak tabii zor... Ama futbolculuk hayatımı noktaladıktan sonra, bu meslekten kopmama adına tabii ki bir şekilde bir yerden başlamam lazımdı. Bu işe başlamamda bana öncü olan ilk başta Büyük Şehir Belediye Spor Başkanı Sayın Göksel Gümüşdağ’ dır.
Kendisi benim çok yakın dostum, ailecek de görüşüyoruz. Eşim çok destek oldu. Çünkü futbolu bıraktıktan sonra açıkçası bu işle fazla yatkın olmadığımı, bu işle uğraşmak istemediğimi söylüyordum. Ama sağolsun Göksel Gümüşdağ " Ben buradayken başla, en azından bir uğraş olur sana " dedi.
Bildiğim iş, yaptığım meslek. Ben de onların ricasını kırmayarak bu işe başladım. Şu an memnunum. Fazla bir sıkıntı, problem yok burada. Tam böyle Galatasaray’ da yaşadığımız güzel günlerin devamıymış gibi hissediyorum açıkçası.
Galatasaray’ da sizden sonraki ve şimdiki durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Bakıldığı zaman Galatasaray şu anlık iyi gidiyor. Ama tabii eksiklikleri yok mu?.. Muhakkak var. Bir şekilde orada da artık bir revizyon olması lazım. Değişikliklerin tam anlamıyla tamamlanması lazım. Bizim jenerasyonun artık sonunun geldiğini düşünüyorum. Bunu yanlış anlamasın oradaki arkadaşlarımız ama artık futbolu bırakma zamanının geldiğini düşünüyorum.
Eskisi gibi düşünemiyorsun, eskisi gibi mücadele edemiyorsun. Eskisi gibi hareketli olamıyorsun. Belirli bir zamandan sonra artık sinir de kaldırmamaya başlıyor. Çünkü bir bakıyorsun, bir hafta oynuyorsun bir hafta oynamıyorsun,yedek kalıyorsun. Ön planda ve sürekli olduğumuz için yedek kalmak bize çok ağır geliyor. Şahsen bana öyle geliyordu. İnanıyorum ki oradaki arkadaşlara da muhakkak öyle geliyordur. Derler ya, " Demir tavında dövülür. " Herkes zamanı geldiğinde bırakmalı, diye düşünüyorum.
Galatasaray da yeni nesile önem vermeli ve güvenmeli.
Burada da en büyük görev sizlere düşüyor çünkü tribünleri dolduran sizlersiniz. Sizler bu genç arkadaşlara destek vermelisiniz ki onlar da bizim yaşadığımız başarıların üstünü yaşama adına, o özgüvenlerini yakalayıp Galatasaray’ ı en iyi yerlere taşımak için uğraş versinler.
Galatasaray’ da buruk bir şekilde futbolu bitirdiniz. Biz jübilenizi beklerken o da gerçekleşmedi. Yönetime, camiaya bir kırgınlığınız var mı?
Şimdi futbolda böyle şeyler oluyor açıkçası. 15 sene hizmet ettiğim, ailemden çok gidip geldiğim yerdi. Florya Tesisleri’ nde evimden çok kaldım. Açıkçası ben evimde rahat etmediğim kadar kulübümde rahat ediyordum. Ama belirli bir dönem geldikten sonra da bu şekilde muamele görmek açıkçası üzüyor.
Kırgınlığım yok. Ben bunu her zaman dile getirdim. Benim kırgınlığım sadece başkanımızın kalkıp bana deklare etmemesi. Bülent Tulun aracılığıyla değil de kendisi " Yeter oğlum bu kadar " deseydi keşke. Zor bir şey değil, beş dakikasını alırdı. Çünkü bugüne kadar ne yöneticiye, ne futbolcuya, ne de taraftara bir terbiyesizliğim oldu.
Biz sonuçta 2-3 senelik bir futbolcu değiliz. Galatasaray’ da iyi kötü 15 senemizi geçirdik. Bakıldığı zaman Galatasaray’ ın o şaşalı dönemlerinde olan isimlerden biriyim. " Oğlum artık buraya kadarmış, sen istersen futboluna devam et başka yerde ya da jübile yapalım " deseydi bana, elini öper çeker giderdim. Özhan Canaydın’ ı bir baba gibi; o şefkatle, o ciddiyette buluyorduk. Tamam, Bülent Tulun yönetici olabilir ama beni bağlamaz. Benim muhatabım Bülent Tulun değil ki! Orada onu söylese, elini öperdim. " Tamam başkanım, çok teşekkürler " derdim. Neden? Beni ben yapan, benim ismimi kazandıran, bana maddi manevi çok şey kazandıran kulübümden veda ediyorum.
Galatasaray olmamış olsaydı Arif olmazdı. Kimseye kırgın değilim, kimseden bir şey de beklemiyorum. Ben on beş senemi verdim, on beş senemin karşılığında maddi manevi çok şey kazandım. Bir yerlere gelmemde, bir şeyleri kazanmamda, rahat yaşamamda en büyük etken Galatasaray’ dır. Bunu asla inkar edemem. Ben de karşılığını verdim; tekmeye kafa sokarak, vücudumu vererek, beynimi yorarak... Her şeyimle vermeye çalıştım. Karşılığını da aldım. Sonuçta bu bir gün gelecekti. Nasıl benden önceki ağabeylerim futbol hayatına noktayı koyduysa... Ben bunun bilinci içerisindeyim. İnsan tabii ki ister, hep Galatasaray’ da kalsın. Galatasaray gibi bir kulüp var mı şu anda Türkiye’ de ya da Avrupa’ da?.. Ama önemli olan o değeri vermeleri. Bunu ben başkana da söylemiştim. " Başkanım, benim üzüldüğüm tek konu o " dedim. Yoksa ben kimseye kırgın değilim. Ben " Vaktimin geldiğini de biliyorum " dedim. Ben oynayamaz mıydım? En az oynayanlar kadar oynardım. Ama o şaşadan, başarılardan sonra gitmiyor. Bir Ergün gibi, Küçük Hakan gibi bir yerlerde oynamayı isterdim, oynardım da ama benim kendi düşüncem: Galatasaray’ dan sonra nerede oynayacağım?
Peki Fatih Hoca’ ya kırgın mısınız?
Fatih Hoca, o dönemki başarısızlığı ya da kendisiyle alakalı, takımdaki o problemlerin faturasını kesme adına belki etken olmuş olabilir. Kırgın değilim, futbolda bunlar yaşanıyormuş. Sonradan sakin kafayla baktığın zaman bunların hepsi olabilecek işlermiş. Çünkü birisinin birilerine fatura kesmesi lazım. Neden? Başarısızsın. Başarısız olunca da Ahmet, Mehmet kimse artık, suçlu aranıyor. Suçlu da o an bizler ilan edildik. Ama bizim hiçbir günahımız yoktu. Futbolda bunlar varmış yani. Ben de üzüldüm. Düşünebiliyor musun? On beş senemi vermişim. Galatasaray futbol takımından hayatımda ilk defa ayrı idman yapıyorum. O da nedir? Garip gibi üç kişi aşağıdaki sahada ayak tenisi oynuyoruz. Öksüzler gibi, " Alın siz bu topu, ne yaparsanız yapın " der gibi! Bu ağır bir şey... Futbol adına, bizler adına ağır bir şey. Zor ama sakin kafayla düşündüğün zaman futbolda bunlar varmış.
Sizin zamanınızda Galatasaray’ la başlayan ve milli takımla devam eden süreçte Türk futbol ekolü oluşmaya başlamıştı. Ama son yıllarda başarı grafiğinin düşüşü ile birlikte futbol kimliğimiz de belirsizleşmeye başladı. Türk futbolunun şu anki durumu için ne düşünüyorsunuz?
Bana göre Türk futbolunun durumu iç açıcı değil. Bizim o jenerasyonun ardından iyi bir jenerasyonun yakalanması lazımdı. O paylaşımı iyi yapamadık diye düşünüyorum. 10-11 tane Galatasaray’ dan Türk Milli Takımı’ na giden futbolcu vardı. Galatasaray nasıl o başarılara gittiyse, Milli Takım da başarıları yaşadı. Bizim jenerasyon ve bizler yaşattık. Mesela, o dönemde defansa Popescu’ nun yerine Alpay, Taffarel’ in yerine Rüştü, ilerde de kimse o monte ediliyordu. Biz öyle algılıyorduk. Nasıl Galatasaray’ da üç tane yabancı oluyorsa; Hagi, Popescu, Taffarel; Milli Takım’ da da öyle üç kişi monte ediliyordu.
İki Avrupa Şampiyonası, bir Dünya Kupası oynadık. Şimdi sen bakabiliyor musun, Türk Milli Takımı’ na? Futbolcu topluluğu paylaşımını, kalitelerini iyi yakalamak lazım. O dönem biz gözü kapalı top oynuyorduk. Ben biliyordum ki Okan gelince sağ ayak dışıyla atacak, ben oraya koşu yapıyordum. Ben biliyordum ki Hakan Şükür nerede vuracak, oraya kesiyordum. Bu işler hakikaten uyum içerisinde, bir arada sürekli oynayınca oluyor. Hagi’ nin baktığı zaman topu nereye atacağını hepimiz çok iyi biliyorduk. Mesela biz topu kaybettiğimiz zaman, baktığında beş kişi birden basıyorduk. Adam, " Lanet olsun, aman al " diyordu. Tek tek monte etmek gerekiyor. Arda, Nuri, Caner, Nihat gibi gelen futbolcuları tek tek monte etmek lazım. Ama bizde bir ara, komple değişsin, dediler. Komple olmadı. Bu sefer, onlar gitsin, bunlar gelsin, dediler. Böyle olmaz. Futbolumuz ligde de iç açıcı değil. Keyif almıyorsun maçlardan. Hep beraber bunun önünü almamız lazım.
Hem Türk hem de yabancı birçok teknik direktörle çalıştınız. Türkiye’ ye kendisini isptlamış birçok antrenör getiriliyor. Gelen antrenörler daha çok uzun vadeli plan yapan isimler. Türkiye’ de ise yönetimler taraftara göre hareket ediyor biraz da. Bu tip hocalar Türkiye gibi futbolda sabırsız bir ülke için ne kadar uygun?
Eğer biz sabredebilirsek uygun olabilir. Bir Alex Ferguson gerçeği var. Adamın gençlik resimlerini koymuşlar. Şimdi bastonla ama hala orada. Ama bizdebakıyorsun, üç senelik imza attırıyorlar, devre olmadan yolluyorlar. Böyle üzücü bir olay hiçbir ülkede yaşanmıyor. Arkasında duramayacağın bir şahsiyeti hiç getirmeyeceksin. Bizim ülkemizde ’ günü kurtarayım ’ mantığı var. Hayır kardeşim. Birine güveneceksin, teslim edeceksin ve bekleyeceksin. Bir sezon muhakkak bekleyeceksin. İkinci sezon baktın olmuyor, o zaman yolla. Hangi ülkede Türkiye’ de olduğu kadar antrenör değişiyor. En az bir sezon o hocayla devam etmek lazım.
Ne isimler geldi; Galatasaray’ da olsun, diğer takımlarda olsun. Mesela Fener’ e gelen Hidding. Adam her tarafta her türlü başarıyı yakaladı. Ama baktığın zaman burada adamı hemen paket ettiler. Beşiktaş Del Bosque’ yi getirdi. Adamı hiç sabretmeden geri gönderdiler. Bunlar kötü hoca mı?.. Ama bizim ülkemiz sabırsız.
Yerli hocalara da daha çok şans tanınması lazım ama baktığınız zaman bir çarkın içinde aynı isimler dönüp dolaşıyor. Gerçekten yanlış. Ama şimdi bizim teknik direktör Abdullah Avcı, Bülent Korkmaz, yarın bizler, diğerleri... Bunlar arttıkça iyi olacak. Maddi anlamda bir şeylerini garanti altına almış hocalar varsa, bunlar dik durabilir. Maddi anlamda kötü durumda olanlar varsa, çalışmam lazım, deyip her şeye, evet, diyebiliyorlar. Beş hafta alabildiğimi alayım, altıncı hafta yollarlarsa yollasınlar, diyor. Yerli insana inanıp, arkasında durmak lazım. Sizlere de çok iş düşüyor. Yabancılara göstermiş olduğunuz hassasiyeti, sabrı yerlilere de göstermemiz lazım. Biz bu ülkenin insanlarıyız. Bir Fatih Terim’ in yapmış olduğunu kimse yapabildi mi?
Endüstriyel futbol bizim pek de sempatiyle baktığımız bir durum değil. Siz futbolun daha amatör ruhla oynandığı dönemi de tattınız. Biz amatör ruhu sahaya yansıttığını düşünüyoruz. Sizce de futbolun endüstrileşmesi futbolu olumsuz yönde etkiliyor mu?
Sizler gibi endüstriyelleşme işine ben de katılmıyorum. Sahanın içerisinde futbol endüstrisi olmaz. Sahanın içerisinde yürek olacak, amatör ruh olacak. Tabii aptalca adama git, vur değil. O mücadele ruhunu, aşkı, şevki vermen lazım. İngiltere’ de bakıyorsun; adam iki atlıyor, seyirci nasıl galeyana geliyor. Neden? Diyor ki, nasıl mücadele ediyor. Bizde de o zamanlar öyleydi. Arzu, iste yok mu? Muhakkak var... Ama diyor ki, " Ben şimdi sakatlanırsam, haftaya maç başım gidecek. " O sahanın içerisinde bütün o profesyonellik ruhunu geride bırakacaksın. Kalkıp burada profesyonelliği de elden bırakmayacaksın. Nasıl bırakmayacaksın? Takımın adına... Sen şimdi direk adama kasıtlı gir, kırmızı kart ye, çık. Böyle bir şey yok. O zaman sen zaten hiç başarılı olamazsın. Terini son damlasına kadar akıtacaksın. Yeri geldiğinde kafan da kırılsa sokacaksın.
Mesela, Paris Saint Germen maçında bacağı kırmışız, farkında değiliz. O sıcaklığı hissetmiyorsun, devam ettik. Sonra bir baktık, davul gibi olmuş. Anlamıyorsun ki, o an kaptırmışsın kendini. Acı falan hissetmiyorsun. Bunlar olursa zaten o zaman güzellik olur. Keyif olur, seyirci de oraya o aşkla gelir. Mücadeleye bak, diyorsun; ne atladı, zıpladı, diyorsun. O zaman da o aşkla bu sefer, siz de daha çok aşka gelip, daha çok bağırıyorsunuz.
Ama şunu da katmak istiyorum. Yöneticilerimiz eskiden " Sen bizim evladımızsın " derdi. Öyle de bir şey yok. Futbolcu da hakkını alacak. Nasıl yabancı futbolcu bütün kontratlarını yapıyor, bir gün ödemediğin zaman boşa çıkıyorsa, bizim futbolculara da onları yapmak zorundayız. Sen bizim evladımızsın, hadi alma parayı, tamam git, al şu kadarı sus, sonra hallederiz... Bu konuda profesyonelleşme bana göre olsun.
Taraftar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Taraftarın oyuna etki etme yetisi var mı, sizce? Ya da ne kadar etki edebiliyor?
Etkiniz anormal derecede çok. Sizin o ateşli bağırmalarınızı, o güzel tezahüratlarınızı (iyi yöndekiler) kimse inkar edemez. Bizim Manchester maçı vardı, 3-3 lük maçtan sonraki, Ali Sami Yen’ deki. Adalem çekiyordu o zaman. Maça çıkacağım. O zaman hoca Hollman’ dı. Biz atmosferi görelim diye sahaya çıktık. Tabii tur maçı olduğu için Şampiyonlar Ligi’ ne kalacağımız ilk sene. Ben de tereddütteyim; oynar mıyım, oynamaz mıyım. Stada gelene kadar hep bu duygular içerisindeydim. Ondan sonra stadtaki o atmosferi görünce... Herkes yan duruyor, düz dursalar sığmayacaklar. Bağırıyorlar ama nasıl... Kaç bin kişilik Ali Sami Yen? O an otuz bin kişi vardı herhalde. O atmosferi görünce ben hemen girdim, doktora dedim ki; " Çak iğneleri " Çünkü adaleyi madaleyi unutuyorsun. Anormal güzeldi. Bunun gibi daha çok var. O kadar güzel şeyler yaşadık ki...
Bizim o duygulu, ateşli taraftarı her zaman itici güç olarak görüyorduk. Kötü bir anımı da anlatayım. UEFA Kupası’ nı almıştık. İstanbulspor’ la mı ne oynuyorduk. O ara ben birini geçtim, ikincisine topu kaybettim. Bak, o kadar UEFA Kupası’ nı almışız, bitmiş artık. Zor olanı başarmışız. Kapalıdan bir ses: " Ulan, bilmem ne Arif, düzgün oyna lan " Göz göze geldim o adamla. Yemin ediyorum. O kalabalığın içinde onla göz göze geldik. Sonra ben çıkarken de döndüm o tarafa hareket yaptım. Başladı bizim kapalı: " En büyük taraftar, futbolcular sahtekar " diye bağırmaya?..
Bir de benim çok üzüldüğüm bir şey oldu. O da Olimpiyat Stadı’ ndaki İstanbulspor maçı. 3-0 galibiz... Ama tabii burada tepki bana değil. Bana ne tepki yapacak taraftar. Ben hiçbirine bugüne kadar hareket yapmamışım, küfür etmemişim. 3-0 galip olduğumuz maçta ben sonradan oyuna giriyorum. Taraftar başladı, ayağıma top geliyor; uvvvvv !.. falan yapıyorlar. Allah Allah diyorum, bana mı? Ben de o ara Hasan Şaş’ a attım ki, Hasan Şaş on dakika oynamadan topu vermez. Ben o uğultuyu duyunca Hasan Şaş’ a attım, bana tekrar geri attı! Düşünebiliyor musunuz, Hasan Şaş yani topa 3- 4 defa dokunmadan bırakmaz. Bana tekte atıyor geri topu. Tabii, orada çok kırıldım. Neden? Benlik bir durum yok, bana niye tepki göstersinler ama... Herkesi tenzih ederim. Galatasaray taraftarı her zaman asildir; takımına, futbolcusuna sahip çıkar. Ama birkaç tane böyle kendini bilmez, birkaç tane menfaat duygusu güden taraftar yok mu? Muhakkak var. Onların o tepkileri muhakkak bana değil, benle ne alıp veremedikleri vardır. Yönetimden veya ondan bundan ötürü kurban ben seçildim. Bir de böyle bir anım vardı. Başka da kötü anım yoktur yani.
2002’ deki Yozgat’ la oynadığımız ligin son maçında taraftar çok bütünleşmişti sizle.
Gol kralı olduğum.. Evet, bittim o maçta. Lucescu maça çıkmadan " Golü bulalım, sonra da Arif’ e oynayalım " dedi. Maça çıktık. Bir baktım herkes kendi vuruyor. Ben de bir o tarafa bir bu tarafa koşuyorum ki gol atayım, gol krallığını alayım. Devre arası bir girdim, bir sinirlendim, " Kimse bana oynamasın, herkes kendine oynasın ", dedim. " Bırakın, hiç kimse bana oynamayacak, pozisyon gereği neyse o olacak " dedim. 1-0 mı, 2-0 mı ne, galiptik. İkinci yarı çıktık. Allah’ tan Ergün beni besledi de iki gol attım, eşitledim. Bir tane de kaleci çataldan çıkarmıştı. Son dakika bir top kesti Ergün. Topu tutayım mı, vurayım mı... Ama böyle bitmişim. Topu sağ ayağımla mı tutayım, sol ayağımla mı vurayım?.. Bitmişim, bacaklarım tutmadı. Topa vuramadım, son dakika.
Fazla kötü anınız olmadığından bahsetmiştiniz. Galatasaray’ dayken takımdan kimseyle de bir probleminiz yoktu diye biliyoruz.
Tabii, hiç kimseyle... Ben her zaman olduğum gibi bir insanımdır. Kimseye yapmacık oynayamam, yapamam. Takımdayken de hep yapıcı olmaya çalıştım. Mesela oynamadığım zamanlarda da asla kapris yapmazdım. Oynamadığım zaman çok kızardım, suratım acayip düşerdi. Çünkü bu futbolcunun yapısında var. İlk on bir de oynamak istiyorsun. Bir bakıyorsun yedeksin. Mesela bir maçtan sonra Fatih Terim?le şöyle bir anım olmuştu. İsviçre’ de Basel’ i mi ne elemiştik, Şampiyonlar Ligi’ ne kalmıştık. Kadrodaydım, beni hiç oynatmadı. Hiç emeğim yok. Soyunma odası şen şakrak, curcuna. Bende tabii moral bozuk, takım elbiseyi giymişim, kenarda oturuyorum. Geldi bana, " Ne oldu, oğlum? " dedi. " Ne oldu, hocam? " dedim. " Turu geçtik; eledik, elenmedik. "dedi. " Biliyorum " dedim . " Ne diye bu suratın böyle? " dedi. " Hocam, oynamadın mı böyle oluyor " dedim. " Seni var ya.... " dedi.
İnsan emek vermek istiyor. İçeride bir şeyleri başarmak istiyorsun. Senin de emeğinin olmasını istiyorsun. Galatasaray" da oynadığım dönemde çok güzel günler geçirdik. Oynayıp oynamadığım hiç önemli değil benim için. Orada bulunmak bile çok güzeldi.
UEFA Kupası finalindeki Fatih Hoca’ yla olan anınız da çok konuşulur?
Kaçırdığım gol. Unutamadığım bir anı. O gün maça çıkıyoruz. Hep televizyondan izlediğimiz için finalleri, kendimizce konuşuyoruz tabi, vay anasını biz finale çıkıyoruz falan... Gecesi çok enteresandı. Biz Okan’ la kalıyorduk. Yıllarca hep beraber kaldık. Gece iki buçuk, üç. Uyuyamıyorsun tabi; ertesi gün maç var, heyecan var, Türkiye’ de hayat duruyor falan. Kapı çaldı. Bizim de o zamanlar gırgırına " Köle " diye kullandığımız biri vardı, Emre Belözoğlu. Dedim ki, herhalde bu geldi yine. Çünkü bir yarım saat evvel bizdeydi. " Ağabey çıkıyorum " dedi, gitti. Dedim ki, yine ne istiyor? " Ne oldu? " dedim, kapıyı açtım. " Uyumuyorsunuz, değil mi? dedi. " Yok hocam, yatıyorduk şimdi. Saat 2 buçuk. " , " Hadi oradan biliyorum uyumadığınızı " dedi.
Geldi, 45 dakika falan oturdu. Bizi dolduruyor tabi. Biz muhabbet ediyoruz ama meğerse dolduruyormuş. Bir gitti, ben neredeyse Okan" a saldırıcam... Okan bana çift dalacak. Yani o kadar dolmuşuz. Neyse maça çıktık. Maça çıkarken de Henry ağzıyla balon yapıyor, bir şeyler yapıyor. Ben de " Are you crazy? " dedim. Adam bana bakıyor, gülüyor falan. O kadar alaycı bakıyorlar ki bize. " Nasılsa biz bunlara 3-4 atarız, giderler " der gibi.
Maça çıktık. Taa ki o lanet olası pozisyon gelene kadar... Ben ilk önce ofsayta düşmeyeyim diye geri geri geldim. Kaçtım mı kaçamadım mı kafamda tam çözemedim çünkü ofsayt zannettim. Akabinde pozisyonu öyle hemen alayım vurayım dedim ki bir an önce gol olsun, o aşkla şevkle saldırayım yani. Tabi acele edince golü kaçırdım. Gölü kaçırdım, yere yattım. İçimden neler geçiyor. " Allah ", dedim " Bir de kaybedersek, beni oyarlar. "
Neyse devre oldu. Bir karanlık bana doğru geliyor. Saydırıyor. Ben yan tarafa kaçıyorum, üstüme doğru geliyor. " Senin sol ayağın mı var? Ulan niye vuruyorsun orada? ", " Ne yapayım ya, hocam? " dedim. " Ben istemez miyim, golü atmak. "
Onu atsam adamlar üç yapardı gerçi bizi. Her şeyde bir hayır var. Şaka bir yana da adamlar uçuyordu. Henry topla yandan bir çıktı, Popescu biliyor yakalayamayacak, kaleye doğru koşuyor. Adam basmıyor ki uçuyordu.
ultrAslan ve ultrAslan-UNI hakkında ne düşünüyorsunuz?
ultrAslan’ ın ilk kurucuları benim arkadaşım. Suat özellikle. Onlar çok güzel bir atılım yaptılar. Tribünleri şenlendirme adına, insan çekme adına. Bunun devamını sizler oluşturuyorsunuz. Sizlerin de çok güzel etkinlikler yapması lazım. Kaliteli taraftarı çekme adına. Baktığınız zaman ultrAslan çok elit bir oluşum. Galatasaray’ ın o bizim olduğumuz dönemlerinde her yerde Alpaslan, Yılmaz, Sebahattin Ağabeyler vardı. Kulübün hep etrafında olan ve her yere gelen insanlar. Dediğim gibi, Suat’larla hep beraber bir ekol yaratıp bir çıkış yaptılar. Bunun devamı da sizlerde. Mesela, sizin taraftarı çekme adına çok güzel projeler üretip, yeni bir şeyler yapmanız lazım. İşler sizin kafa yormanıza bağlı. Pankart, tezahürat... Yeni bir şeyler olduğunda biz de kulak kabartıyorduk, " Acaba ne diyorlar? " diyorduk.
Aklınızda kalan tezahürat ya da beste var mı?
14 sene sonra şampiyon olduğumuz dönemdekiler... Sizler yoktunuz galiba ama o dönem? Çok güzel şeyler vardı. " Dört sene üst üste şampiyon olduk " vardı. Bunların hepsi güzel. Ne var, biliyor musunuz? Sizin o bağırmanız... Hep beraber üçlü çekiyorsunuz ya... Biz ne kadar top oynasak da sizleri görüyoruz. Bağırışlarınız, çağırışlarınız, o an aşkla birbirinize sarılıp zıplamalarınız falan..
SCHİMACHEL’LA sizi birlikte andığımız da vardı?
Onlar biraz övücü şeyle. Ben o kadar övülmeye layık bulmuyorum kendimi. SCHİMACHEL da o zamanlar benim attığım golden sonra bitti. Biliyorsunuz değil mi? " Lanet olsun, böyle golü nereden yedim? " diye.
" Real Sociedad’ ta daha fazla kalsaydım " dediğiniz oluyor mu?
Evet. Şu anki aklım olsa, isterdim. Ya da hiç gitmezdim. Şu var, evli olsaydım asla dönmezdim. Çünkü futbol adına orası anormal güzel bir yer. Rahatsın, hiç kimseye bir tepki yok. 6-0 Barcelona mağlubiyetimiz var. En çok topa vuran bendim, 6 defa başlama vuruşu yaptım!.. Başka da topa değmedim zaten. 6-0 bir çıktık; adamlar şen şakrak, " No problem... " falan diyorlar. Biz burada 1-0 mağlup oluyoruz. Oooo...
Orada futbola spor gözüyle bakılıyor. Tepki yok mu, muhakkak var ama tepki de ne biliyor musun? Çıkartıp beyaz mendil sallıyorlar. Tabii genelde yaşlı grubu, o yüzden...
Yani baktığın zaman çok güzeldi ama benim adıma çok kötüydü. Neden? İlk önce dil yok, artı Galatasaray’ dan tam şaşalı dönemde gitmişim. Galatasaray’ da hep başarıya koşuyorsun, orada da " aman küme düşmeyelim " diye çaba sarf ediyorsun!
Bir de ben takım gözetmedim. Hadi bir Avrupa.. Avrupa sevdası olsun da gideyim. Bana Avrupa Şampiyonası’ nda birçok kulüp geldi. Ama ben imzayı atmıştım işte. Hatam oradaydı. Sonuçta bunun tercihini kendim verdim. Asla bugüne kadar vermiş olduğum kararlardan pişmanlık duymadım. Ama şu var; şu anki aklım olsa dönmezdim, diye düşünüyorum. Sonuçta paranı alıyorsun, Hagi burada nasılsa ben de orada öyleydim. Hagi gibiydim orada çünkü UEFA Kupası Şampiyonu takımdan gitmişim. Herkes benden çok şey bekliyor.
Hatta böyle bir anım var, mesela. Bir gün maça gidiyorum ben, bizimkiler de burada Ali Sami Yen’ e maça gidiyor. Suat, Okan, Emre, ben telefonda konuşuyoruz. Ben otobüsteyim, bunlar da otobüste. Bu fırlamalar takımın çok kötü olduğunu falan biliyorlar bir de alışamadığımı. " Hadi, bir devre oyna da gel. " dediler. Yemin ediyorum; 2-1 galibiz. Penaltıdan ben bir gol attım. Bir tane arkadaş da frikikten gol attı. 40. dakika resmen sicim yağıyor, bardaktan boşalırcasına. Top gitmez oldu. 45. dakikada tatil oldu maç... Dönüşüm de o oldu benim. O gün gittim, bir daha da dönmedim zaten. Bensiz yapamıyorlardı o yüzden! İspanya maceram benim adıma keyifsiz geçti. Giderken hem UEFA şampiyonluk primi hem de 200 bin dolar alacağım vardı. 450-500 bin dolar para bırakmıştım. Sonuçta hem maddi hem manevi zararı oldu bana.
İleriye dönük hedeflerinizde Avrupa’ da takım çalıştırmak var mı?
Açıkçası Türkiye’ de çalıştırmak var mı, diye sorsan; o da zor... Antrenörlük, teknik heyetlik çok zor. Bu işte en güzel futbolculukmuş. Sırf kendinden sorumlusun. Şimdi geliyorsun yirmi beş tane adamla uğraşıyorsun. Oynatsan problem, oynatmasan problem. Bir de ben futbolcuların ne düşündüğünü beş dakika önceden biliyorum, yürüyüşünden anlıyorum adamı. Bakışından, duruşundan anlıyorsun adamı. İnsanla uğraşmak kadar zor bir şey yokmuş. Şimdi ben hak veriyorum antrenörlerimize. Yapar mıyım, bilmiyorum. Şu an tam karar vermiş değilim. Burada kendimce staj görüyorum. İki sene yardımcı hocalık gibi bir şey yapmam lazım ki teknik direktör olayım. Onun için burada Abdullah Avcı’ yla beraber hem yardımcı hocalık hem de teknik adamlık konusunda bir şeylerin uğraşını veriyorum. Tek başına olmak zor, sorumluluğun artıyor, her kafadan bir ses çıkıyor. Türkiye’ de yönetim bazında da çok bilen vardır bu işi! Zor ama bundan başka da ne yapacağız.
Futbol oynadık bu zamana kadar. Ne yapabiliriz ki? Gidip bir şirket işletemezsin, ticaret yapamazsın. Bizi hemen kandırırlar. Galatasaray’ da oynarken oldu hatta. Futbolcu faalken asla başka bir iş yapmayacakmış. Her işte ceketi zor kurtardık...
Başında durmadığın hiçbir işte olmayacaksın. Mesela, tekstile girmiştik. Mesai yapıyorlar, çalışıyorlar çalışıyorlar; devamlı para lazım. Nasıl iştir kardeşim? Hiç para almayacak mıyız? En son çok kötü gitti. E devamlı mesai yaptın o kadar saat!.. Biz de lanet olsun deyip bıraktık her şeyi, çektik gittik.
Manchester’ a attığınız golle hatırlanırsınız hep ama sizin en unutamadığınız golünüz hangisi?
Benim çok keyif alığım gol Rosenborg maçında attığım gol. 18 içinde vurur gibi yaptım. Lap bacak arasını bıraktım. Kaleci çıktı, kaleciyi dipledim, gol oldu. Benim çok keyif aldığım goldü. Bir de o aralar beni oynatmıyordu hoca. Ben girdim, 0-0’ dı. Hemen golü bulduk, ikinciyi ben attım, üçüncüyü de yine ben orta kestim öyle attık. Baktığınız zaman güzel gollerimden bir tanesi de Bursa golü, solla attığım...
Bu güzel söyleşi için teşekkür ederiz.
ultrAslan-UNI
YORUMLAR İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ:
2 Aralık 2007 Pazar
|
|