Tanıl Bora dostumuzun o pek anlaşılmayan harika esprisiyle "sahte dişçi" durumuna düşmeyelim!
Üstelik bu konuda pek görmezden gelinemeyecek bir okur talebi de söz konusu. Hatta önce meslektaşlar açtı kapıyı, "Ne düşünüyorsun?" diye sürekli soruyorlar.
Demek ki önemli bir konu bu... Olimpiyatta yere serilen Türk sporu bu tür kapışmalarla sanırım yakında epeyce ilerleyecektir. Onun için biz de bu gürültü patırtıya katılma konusunda geri kalmayalım.
Şu anda ortalık kan gölüne dönmüş gibi görünüyor ama konu o kadar büyütülecek bir şey değildi aslında. Adamın biri yıllardır hep aynı çirkin oyunu sahneliyor ve her seferinde kapalı gişe oynuyor! 1999'daki "İçimizdeki İrlandalılar" olayından bu yana değişen hiçbir şey yok. Her önemli dönemeçte bu adam sahneye çıkıp birilerine hakaretler yağdırıyor, muhatabı da bu tuzağın üzerine balıklama atlıyor ve malum şahıs gündemin ilk sırasına oturuyor.
Sadece Milli Takım değil, Galatasaray'la ilgili olarak da aynı oyunu sahneliyor malum şahıs! Hem de çok uzun yıllardan bu yana. Örneğin, 1997 Ekim'inde Galatasaray Şampiyonlar Ligi'ndeki Dortmund maçına giderken malum şahıs yine aynı numarayla hocamızı düpedüz delirtmiş ve "Her firavunun bir Musa'sı vardır!" gibi tuhaf bir laf etmesine de yol açmıştı. (Ne kadar ilginç, Emre Belözoğlu o maçta henüz 16,5 yaşında Devler Ligi'nde Sarı-Kırmızılı formayı giymişti.)
Kısacası, oyun çok eski ama sürekli sahneleniyor ve amacına da ulaşıyor!
Gerçekte Milli Takım'la, o futbolcuyla, takımın hocasıyla gazeteci olarak hiçbir ilgisi yok bu kişinin. Örneğin, tarihî Ermenistan maçı gibi gelişmeleri bile yerinde izlemeyi filan da düşünmüyor. Milyonlarca vatandaş gibi bütün olayları gazete ve televizyonlardan izliyor ama bunlarla ilgili en derin bilirkişi gibi konuşmayı beceriyor. Bir anda her şeyin önüne geçmeyi beceriyor. Bizim insanımız da bu şekilde aldatılmayı çok seviyor! "Yahu beyefendi" demek hemen hiç kimsenin aklına gelmiyor, "Eleştiri hakkına hepimiz saygılıyız ama sizin bu konularla hiçbir ilginiz yok ki! Böyle eleştiriler yapmak, hatta düpedüz hakaretlerde bulunma hakkınız nereden doğuyor olabilir? Önce gerçekleri öğrenip sonra buna dayanarak eleştiri yapılması gereği kendi kitabınızda yazıyor? Yoksa yazdığınız kitabı okumadınız mı?" Daha kötüsü, böyle bir yöntemin ne kadar para ettiğini gören başkaları da onu izlemeye başlıyor.
***
Öte yandan bunca badireden geçmiş deneyimli teknik direktörümüz daha İsviçre yarası yeni kapanırken yenilerini açma konusunda hiçbir engel tanımıyor. Son 20 yılda biriktirdiği bütün değerleri hiç uğruna harcamaktan bir türlü vazgeçemiyor. Sürekli bir öfke, devamlı tepkisel davranışlar ve bitmez tükenmez tehditler... Medya mensuplarına inanılmaz çirkinlikteki sözlü saldırı, konuk takım teknik direktörüne hiçbir nedenle yapılmaması gereken türden hareketler...
Aslında hocamız, yaklaşık 3 yıldır kendisini ciddi bir şekilde zorlayan o İsviçre rezaletini nihayet gündemden kaldırabilmiş olmanın rahatlığı içindeydi.
Hatırlayın, Ermenistan maçı öncesinde Türkiye'de yapılan basın toplantısında Blick gazetesinin kendisinden özür dileyen yayınını gazetecilere gösterirken gözlerinin içi gülüyordu.
Evet, tatsız bir olay yaşanmıştı ama sonuçta iki ülke arasında daha güzel bir dostluk ortamına gelinmişti. Hocamız artık hakkındaki eleştirilere de başka tatsızlıklara da hoşgörülü yaklaşabilecek bir rahatlığa erişmiş gibiydi.
Gelgelelim her fırsatta hocanın dostu olduğunu ileri süren malum şahsın sahnelediği oyun bir anda tekrar ortalığı karıştırmaya yetiverdi.
Siz bakmayın şu anda asıl sorunun hocamızla bir başka arkadaşımız arasında yaşanıyor olmasına! Hocanın asıl hedefi malum şahıstı. Bilmiyorum tam uyar mı ama galiba "Eşeğini dövemeyen semerini döver" durumu söz konusu gibiydi. Hocanın doğrudan onu hedef alamayışının nedenleri de açıktı. Çünkü en genel yaklaşımla, malum şahısla baş etmek mümkün değildi. Çünkü bu şahıs, onca hakaretin ve başka çirkinliğin ardından "Ben kimseye hakaret filan etmedim, gerçekleri söyledim. Dost acı söyler." diye işin içinden sıyrılıveriyordu...
Hoca bunları defalarca yaşadığı için başka bir hedefe yöneldi ve öfkesini bıyıklı arkadaşımızdan çıkarmaya çalıştı. Yoksa insan kendi işitmediği sözler için böyle bir tepkiyi nasıl gösterebilir? Üstelik maça 24 saat varken böyle saçmalıklarla uğraşmak nasıl açıklanabilir?
***
Hocanın, bıyıklı arkadaşımıza yönelik sözleri asla kabul edilemeyecek, son derece çirkin, yersiz ve yakışıksızdır. Hoca bu davranışıyla kamuoyu nezdinde büyük bir değer kaybına uğramıştır. TSYD gerekli tepkiyi göstermiştir. Bıyıklı arkadaşımız mahkemeye başvurup hakkını arayacaktır. Ancak "Bütün bunlar niçin gerekli?" sorusu ortalıkta kalacaktır.
İşin komik ve aynı zamanda trajik yanlarından biri de şu: Bıyıklı arkadaşımız mesleğinde dünya çapında bir başarı kazanması halinde görmesi mümkün olmayan türden bir medya ilgisiyle karşılaştı. Bir "büyük mağdur" olarak sempati kazandı. Gazeteler ve televizyonlar meslektaşlarına şefkatle kucak açtı. Bu destekle güçlenen dostumuzun, muhatabının tedavi altına alınması şeklindeki önerisi de, kamuoyunun takdirini kazanacak bir olgunluk gösterisiydi.
Sonuçta, sevgili ve acılı, güzel ve yalnız memleketimiz de bu büyük meselenin nasıl sonuçlanacağını merakla bekliyordu. Bizlerse aynı oyunu hayret, dehşet ve ibretle izliyoruz efendim. Saygılarımızla arz ederiz.
Neler oluyor orada?
Hafta içinde yaşanan önemli bir olay kaçınılmaz olarak milli maçın gölgesinde kaldı. Kulüpler Birliği'nin toplantısı ve atılmaya çalışılan adımlar gerçekten de Türk futbolunun ciddi bir sıçrama yapmasını sağlayacak nitelikte. Hatta buna devrim bile denilebilir. Başkan Aziz Yıldırım'ın bu yoldaki çabalarını takdirle izliyoruz ve bir yararı olacaksa hararetle destekliyoruz.
Gürültüye giden bir başka nokta da yine sayın Yıldırım'ın nezaketiydi. Belçika maçı sırasında stada gelen konukları kapıda karşılayıp hepsine tek tek hoş geldin demesi gerçekten de örnek bir ev sahipliğiydi. Yanında 'fahri basın danışmanı' Alaettin Metin arkadaşımızın bulunuyor oluşu bizi ayrıca mutlu etti.
Bir de Yıldırım'ın ve Fenerbahçelilerin canını sıkacak gelişme söz konusuydu. Hürriyet Gazetesi'nin salı günleri çıkan spor ekinde, Sarı-Lacivertli kulübün son yıllarda yapılan hatalı transferlerden 68 milyon Euro kayba uğradığı yazılmıştı.
Uzun yıllardır Fenerbahçe'nin buna benzer her konuda çok büyük başarılar kazandığını ve artık Türkiye boyutlarını aştığını okurduk gazetelerde.
Şimdi nereden çıktı bu münasebetsizlik! |