GALATASARAYLI
Sınıfsal veya etnik ayrımların belirgin olduğu toplumlarda futbol kulüplerine bir ideolojinin, bir sınıfın ya da topluluğun temsilcisi sıfatı yakıştırılabilir. Örneğin, İskoçya’da Celtic Katoliklerin, Glasgow Rangers Protestanların takımıdır. Keza İspanya’da Barcelona örtülü veya açık Katalan milliyetçiliğinin temsilcisidir. Real Madrid Kraliyet yanlıların takımı iken Atletico Madrid cumhuriyet taraftarlarının kulübü olmuştur. İtalya’da ise Roma daha halkı temsil eden bir takım iken Lazio daha seçkinci bir grubun takımıdır. Örnekler çoğaltılabilir. Bu bağlamda, Türkiye’de de spor kulüplerinin toplumsal yapısı konusunda bazı değerlendirmeler ve sınıflamalar yapılmaya çalışılmıştır. Galatasaray daha seçkinci, hatta bazen aristokrat olarak değerlendirilirken, Fenerbahçe halk takımı, Beşiktaş daha da aşağı bir sınıfın temsilcisi olarak “arabacı takımı” olarak nitelendirilmiştir.
Bu durum, edebiyatımızda ve fikir hayatımızda önemli yeri olan bazı yazarların yazılarına da yansımıştır.
Örneğin Nazım Hikmet, 1931’de Yeni Gün’de şöyle yazar..”...Son yaptığım içtimai, felsefi, harsi, kozmografi tetkikat neticesinde, anladım ki, Fener, İstanbul, Kadıköy, filan semtlerinin mümessilidir...Galatasaray Beyoğlu, Şişli semtlerinde taraftar sahibidir...Fener’in kaptanı Sirkeci’de dükkan açmış...Galatasaray’ınki Beyoğlu’nda.
Ben, iki gözüm, spordan anlamam ama, şimdi neden, Fener’in taraftarı, Galatasaray’ın balosu, müsameresi çoktur bunu anladım işte.”
Nazım Hikmet solcu bir şair ve fikir adamı...Yukarıdaki görüşleri, takım tutmamasına karşın daha halka yakın olması dolayısıyla FB’ye yakınlık duymasına yol açar.
GalatasarayLisesi mezunu olmakla birlikte 60’lı yıllarda sol akımın öncü simalarından Çetin Altan’da benzer şeyler yazmış: “Son defa geçen Çarşamba GS-FB maçına gittim...Her taraf tıklım tıklım Fenerlilerle dolu...Galatasaraylılar kapalı tribünde bir avuç kalmışlar...GS-Fener maçında halkın Fener’i tutması gayet basit bir sebebe dayanıyor. Galatasaray öteden beri, zengin ve elit bir zümrenin sembolü olmuştur. Fener ise halk içinden çıkan bir firmadır.”
Sonra, yazar bu toplumculuk bilincinin düşünsel bir boyut kazanmamasına, sadece stadyumlarda kalmasına hayıflanarak, bu konuda toplumcu çıkarım ve yönlendirmelerde bulunur.
Bunlar 30’lu, 50’li yılların görüşlerini yazarlarının bakış açısından yansıtıyor.
Sonraki yıllarda Türkiye’de köprülerin altından çok sular aktı. 1950’den sonra çok partili yaşama geçtik, köylerden kentlere göç akışı başladı, büyük kentlerde gecekondu mahalleleri oluştu. Batıyla, özellikle Amerika ile ekonomik, siyasi, askeri anlaşmalar imzalandı, iki kutuplu dünyada Türkiye yerini belirledi. GS-FB rekabetinden daha keskin bir DP-CHP rekabeti yaşandı. İnsanlar takım tutar gibi parti tutmaya başladılar. Sonra 60’lı yıllar, bir ihtilal ile başladı. Görece özgürlük yılları, sosyalist bir partinin meclise girmesi, öğrenci olayları yaşandı. Toplumsal yapımız hızla değişiyordu. 70’li yıllarda bir askeri darbe daha, bu darbe biraz sağdan vurdu ülkeye, solcu aydınlar, gençler hapisle tanıştı, sonra Kıbrıs harekâtı, ardından ambargo yılları, karaborsa, kuyruklar, 70 sente muhtaçlık, sağ-sol kavgaları, ölümler, cinayetler...
80’li yıllara yeni bir darbe ile başladık. Toplumsal hayatımız biraz renksizleşti mi bu darbeyle acaba? Futbol da biraz renksizdi sanki bu yıllarda, evinde 1-0 galip gelip, deplasmanda berabere kalan takımlar şampiyon olurdu hep. Avrupa’da şerefli yenilgiler alırdık, milli takımın katıldığı turnuvalarda sonunculuğumuz garantiydi neredeyse...
Toplumsal yapı 80’li yılların ikinci yarısında hızla değişti. Köşe dönme, ortadirek, işini bilen memur tanımlamaları gündemdeydi. Serbest piyasa ekonomisi ile yap-işlet devret modeli eşliğinde, devletçilik ilkesi de tarihe devrediliyordu artık.
Bu toplumsal değişme sürecinde, Türkiye’de taraftar profili de değişti tabii...Nazım Hikmet’in zengin ve aristokrat semti olan tanımladığı Beyoğlu’ndan eski İstanbul ahalisi ve azınlıklar göç ederken, iş yerleri, bar, pavyon şeklinde eğlence yerleri devraldı oraları...Galatasaray, tribün doldurmayan taraftar azınlığından, son araştırmalara göre Türkiye’nin en çok taraftarı olan kulübü haline geldi. Bu dönüşümde toplumsal değişimin yanında daha başka neler etkin oldu?
1930’lardaki Ateş-Güneş ayrışmasından sonra epeyce zedelenmiş GS’da, 60’lı yıllarda milli lig ile birlikte Metin Oktay ve Turgay Şeren gibi iki efsane futbolcunun varlığı, Metin’in çelebiliği, sempatikliği, alçak gönüllüğü ve attığı goller... Karıncaezmez Şevki gibi bir halk adamının karşılıksız GS sevdası... 14 yıllık hasretten sonra gelen şampiyonluk... Adana’nın kenar mahallelerinde yetişmiş bir futbol adamının (Fatih Terim) -tıpkı Orhan Kemal romanlarındaki bir kahramanın hayallerini gerçekleştirircesine- takımı 4 yıl üst üste şampiyon yapması... Türk futbolunun yurtdışındaki en büyük ve yüce sıçrayışı olan UEFA kupasının ve Süper kupanın alınması... Birçok rekorun sahibi olan Hakan Şükür gibi bir futbolcunun takımda yer alışı, Prekazi, Hagiv.d. gibi başarılı yabancı transferler taraftar sayısını çığ gibi arttırdı.
Sonuçta, 1990’lardan günümüze kadar yapılan birçok kamuoyu araştırmasında GS, en çok taraftarı olan kulüp oldu. 1993’te Piar-Gallup’un yaptığı araştırmaya göre, GS taraftarının oranı %25.9, FB taraftarı %23.5, BJK taraftarı ise %15.2 olarak sıralanmakta. 2006’da Hürriyet gazetesi’nde yayınlanan bir araştırmaya göre ise GS, %27.4 ile yine ilk sırada yer alırken, FB’nin taraftar oranı &.5. İkinci bir takım tutanlar arasında da GS ilk sırada yer alıyor. Buna karşılık, 1930 ve 50’lerdeki yazarlarımızı tekzip edercesine, en zengin taraftarın FB’de olduğu saptanmış. Aylık geliri 1500 TL’nin üzerinde olan taraftar oranı FB’de %25.71, BJK’de %22.99 olurken GS’de %22.02’de kalmış. Daha önce arabacı takımı denilen BJK ise en çok üniversite mezunu taraftarı olan takım olarak öne çıkıyor.
Dolayısıyla bu araştırmaların sonuçları Türkiye’nin değişen toplumsal yapısı ile birlikte taraftar profilinin de değiştiğini, böylesine kaygan bir zeminde taraftarlığa sınıfsal bir anlam vermenin olanaksızlığını gösteriyor.
Bütün bunlara karşın bir taraftar tipi, portresi, profili var mıdır Türkiye’de? Taraftarlığın yaş, cinsiyet, meslek, dünya görüşü tanımaksızın çok heterojen kitleleri içine aldığı aşikâr. Nitekim,GS’de tarikatçı örgütlenmeden söz edilip, takımın simgelerinden biri olmuş bir futbolcu medya tarafından yerden yere vurulurken, laik sistem karşıtı hareketleri yargı denetimine alınmış bazı siyaset adamları, belli bir takımın taraftarı olmaları nedeniyle, laikliği kimselere bırakmayanlar ve ülkenin kurucusunu belgesiz, kanıtsız kendi taraftarları ilan edenler tarafından, “Türkiye’ye yakışan başbakan” sloganları ile baş tacı edilmektedir. Dolayısıyla ülkemizde taraftar profili çizip, o profili dünya görüşleri, ideolojiler veya etnisitelerle beslemek zorlama çabalardır. Bu bağlamda 90’larda yazdığı bir yazıda Cemal Süreya, GS taraftarını “Ayrık kişi” ve “marjinal” olarak tanımlar. Anadolu’da GS taraftarı olmanın bir tepki sonucu olduğunu söylerken, yukarıda sözünü ettiğimiz araştırmaları ve Tükiye’nin esnek, oynak toplumsal yapısını gözardı etmektedir. Çünkü, anketlere göre GS taraftarı artık İstanbul’da değil, Anadolu’da daha yoğundur. Aslında, tribünlerde sık sık gördüğümüz “Falanca takımı tutmak ayrıcalıktır” pankartı her takım için müthiş bir ironiyi ve ikilemi de içinde barındırır. Çünkü taraftar hem en çok olduğunu iddia eder, hem de kendini bir istisna olarak görür.
Bunlarla birlikte, GS taraftarını kanımca şöyle kategorize etmek mümkündür. 14 yıl şampiyon olamamasına karşın takımını destekleyen, sabırlı, vefalı belki biraz da mazoşist taraftar tipinden, 4 yıl üst üste şampiyonluk ve Avrupa kupaları sonrası başarı eşiği yükselmiş, başarı için rakiplerine benzer şekilde her yolu mübah gören, paralı bir başkanı, centilmen bir başkana tercih eden, yavaş yavaş “Cimbombomum benim biricik sevgilim/ Söyle senden başka kimim var” tezahüratından “En büyük taraftar, futbolcular sahtekâr” ya da “yönetim istifa” söylemine ve başarısız sonuçlarda Florya’yı basma eylemine evrilen bir taraftar ti***
Biz, eğer takım tutmayı sadece güçlüye ve başarılıya aidiyetten çıkarabilirsek, endüstriyel futbola da direnebiliriz, UEFA’nın kriterlerine de, rakiplerimize de. Bu da sevgiyi, sabırı ve “Galatasaray bitti demeden, hiçbir şey bitmez” ilkesinin verdiği umudu yitirmemekle başarılabilir ancak.
Sonuçta, yıllarla birlikte Türkiye’deki değişim sürecine paralel olarak taraftar sayıları ve profilleri de değişmiştir. Bir zamanlar Galatasaraylıların zengin ve elit olduğunu iddia eden, Nazım Hikmet bugün yaşasaydı hangi takımı tutardı acaba?
Kaynaklar
1. Türk edebiyatında futbol.YKY. 2002.
2. Doğan Hasol. Galatasaray’da düşler ve gerçekler. Yapı Yayın. 2004.
3. http://www.hurriyet.com.tr/ Hürriyet gazetesi. Türkiye taraftar profili araştırması.
4. Cemal Süreya. 99 Yüz. Kaynak yayınları. 1992.
5. Kanat Atkaya. Kara Pazar. Hürriyet gazetesi. 1.05.2007
Eylül 2015 Süleyman Kalman
28 Kasım 2015 Cumartesi 00:05
|
|